23 Temmuz 2015 Perşembe

Benim Adım Aşk - Cemal SAFİ






Var mı beni içinizde tanıyan
Yaşanmadan çözülmeyen sır benim.
Kalmasa da şöhretimi duymayan,
Kimliğimi tarif etmek zor benim...

Bülbül benim lisanımla ötüştü,
Bir gül için can evinden tutuştu,
Yüreğine Toroslar'dan çığ düştü,
Yangınımı söndürmedi kar benim...

Niceler sultandı, kraldı, şahtı,
Benimle değişti talihi, bahtı,
Yerle bir eyledim tac ile tahtı,
Akıl almaz hünerlerim var benim...

Kamil iken cahil ettim alimi,
Vahşi iken yahşi ettim zalimi,
Yavuz iken zebun ettim Selim'i,
Her oyunu bozan gizli zor benim...

Yeryüzünde ben ürettim veremi,
Lokman Hekim bulamadı çaremi,
Aslı için kül eyledim Kerem'i,
İbrahim'in atıldığı kor benim...

Sebep bazı Leyla, bazı Şirin'di,
Hatrım için yüce dağlar delindi,
Bilek gücüm Ferhat ile bilindi,
Kuvvet benim, kudret benim, fer benim...

İlahimle Mevlana'yı döndürdüm,
Yunus'umla öfkeleri dindirdim,
Günahımla çok ocaklar söndürdüm,
Mevla'danım, hayır benim, şer benim...

Benim için yaratıldı Muhammed,
Benim için yağdırıldı o rahmet,
Evliyanın sözündeki muhabbet,
Embiyanın yüzündeki nur benim...

Kimsesizim, hısmımda yok hasmım da,
Görünmezim, cismimde yok resmim de,
Dil üzmezim, tek hece var ismim de,
Barınağım ; gönül denen yer benim..

Benim Adım Aşk

Cemal  SAFİ

16 Temmuz 2015 Perşembe

Şeker Tadında Bir Bayram Dilerim



Ah nerde o eski bayramlar diye başlayan bir yazı yazabilecek yaşa gelmeyi epey bekledim.
Sanıyorum artık vaktidir.
Yaşım müsait.
Dedemlerden “rahmetli” diye söz ediyorum nicedir
Anneannem “Allahım elden ayaktan düşürmeden al yanına” duasında…
Her bayramı bir arada “bayram gibi” kutlayan o koca aile, telefonda bayramlaşıyor kaç zamandır…
“Modernleştikçe” uzaklaştık çokları gibi biz de…
Tek sobanın etrafına kümelenip sohbet etmeler bitti.
Kaloriferle ısı odalara yayılınca, sohbetlerin keyfi de dağılıp gitti.
Yer sofrasından masaya terfi edilince tadı kaçtı yemeklerin…
Telefonda “görüş”ür olduk, “görüş” mesafesinin dışından…
Eski bayramlar, “tatil” oldu.

* * *

Herkesin bayram imgeleri vardır.
Benimki taş zeminde sabun kokusudur uyanınca burnuma çalan…
Bir de coşkulu fasıl sesi, kallavi ahşap radyodan yayılan…
Sabah namazıdır, babamın dizi dibinde, dizimde ağrılarla “kılar gibi yaptığım…”
Bayram harçlığıdır, annemin elinden kaptığım…
Kapıda ramazan davulcusudur; bakkalda Arap kızı sakızı, sokakta lak­lak ve çatapat…
Bilyede “müselles”, “lik”te tumba…
Tozlu tarlada tek kale maçtır, “Oğlum daha yeni almadık mı papuçlarını!” nakaratı eşliğinde oynanan…
Badem şekeridir bayram; kolalı beyaz mendil ve yandan ayrılmış saçta bir avuç kolonya kokusu…
Büyük Sinema’da “Taşa Saplanan Kılıç “tır, bir türlü çıkarılamayan…
Ya da televizyonda“Bizim Sokak”ın siyah-beyaz dedesi, oyuncak yapan…
Kevser anneannemin bahçesinde silkelenen duttur, Ülkü’yle büyüğünü kapmak için didiştiğim…
 Abduş dayımla uçurtma uçurmaktır, Mustafa dayımdan para aşırmak…
Gülsüm teyzemle eğlenip, Perihan teyzemle dertleşmektir.
Öğleyin önce un serpilip yoğrulan, sonra oklavayla açılan hamurun,
Tencere kapağı marifetiyle yarım aydan çiğ böreklere dönüşmesini merakla izlemek
ve içine gizlice konan bakır 5 kuruşa ulaşma umuduyla özenle çiğnemektir.
Rahmetli Nuri dedemin kucağında “Mebus olursun inşallah” duasıdır, mebusun ne olduğunu bilmeden dinlediğim…
Taşlık sofada yer minderidir, ipten salıncakla inatçı bir sinek vızıltısı eşliğinde deliksiz öğle uykusu…
Sonra baba tarafında, Adil Bey’le Saniye Hanım’ın evinde, “ikinci devre…”
Bu kez halaların, amcaların kucağında bayram keyfi…
Handan haladan şiirler, Sevim haladan ninniler, Fethiye haladan türküler…
Kamil amcadan, Aydın amcadan hediyeler…
Melih’ le, Ateş’ le, Atilla’yla, Necati Cumalı’nın
deyişiyle “pembe yüzlü çocuklar”dık bayramlarda, “öyle pembe ki burun delikleri yavru tavşanlar gibi…”

* * *

Bu sabah, o eski bayramların kokusu geliyor burnuma, tütüyor burnumda…
Yaşlanıyorum galiba…
O bakırdan 5 kuruşun, peşinde değilim…
Mendiller kolalanmasa da olur, saçlar kolonyalanmasa da…
Lakin sevgiler ertelenirse olmaz…
Sevmenin değer vermek, kıymet bilmek, hatır sormak, yardıma koşmak, kapı çalmak, dua almak olduğunu anladım.
En çok ondan özlüyorum geniş aile sofralarını…
Ölen eski bayramlar değil aslında; eski duyarlılıklar…
Onları yaşatabilsek, bayramlar da yaşar.
Bu sabah, elinden tutup oğlumu, yukarıdaki listedeki herkesi gezdirmek istiyorum.
Bir kısmı için çok geç kaldım.
Geç kalmadıklarımla bari doyasıya bayramlaşayım.
Siz de öyle yapın: sevdayı, vefayı başka bayrama ertelemeyin.


Eski bayram kokuları /Can Dündar

İYİ BAYRAMLAR . . .















15 Temmuz 2015 Çarşamba

Sen SAR Ben HOŞ Olurum Yar . .



Haram İçip Sarhoş Olmaya Gerek Yok !! Sen SAR Ben HOŞ Olurum Yar . . .

Gel Unuttur Bana Seni ....



Ve gittin…
Öncesini düşünmek istemediğim sonrası ise meçhul bir aşktı yaşadığımız…
Ve aşk bitti…
Giderken geride bıraktığın,
İçinden seni de almayı unuttuğun bir kalp…
Biraz hasarlı,ürkek,bir o kadar da beceriksiz…
Seni unutmayı bile beceremedi bu kalp…
Aşk bitti…
Sensiz uyuyamadığım geceler,
Karanliktan korktugumda çevirdigim numara,
Sabah kalktığımda huzur verici sesin yok,gözlerin yok…
Dedim ya gittin…
Sen gittin gideli bu ilk ve son mektubum sana…
Artık seninleyken yazdığım şiir ve mektupları düzeltiyorum ve düzelteceğim…
Seni seviyorumları ‘seni ne çok sevdim’ yaptım,meğer ne çok seni seviyorum yazmışım,
Seni öpüyorumlari ‘seni özlüyorum ‘ yaptım…
Yaptım da bir ‘seni unuttum’ yapamadım…
‘Seni unutmalıyım’da kaldı hep…
Seni unutmalıyım
Ve gittin…
Sadece bitti dedin…
Fazlasına gerek yoktu zaten…
Herkes anlamak istediğini anlardı degil mi…
Ama inan hiçbir şey anlamıyorum…
Sana lanetlermi yağdırmalıyım ?
Yoksa yolun açık olsun mu demeliyim…?
Yok bu çok fazla,
Dilerim Allah’tan bensiz gittiğin hiç bir yol açık olmasin…
Sensiz aldığım nefes nefes değilken,
Bensiz aldığın nefes nefes olmasın…
Yok bu da çok fazla…
Ben kıyamam ki sana…
Ben sadece geride bıraktığın bu beceriksiz kalp için yalvariyorum…
Gel unuttur bana seni....

Kahraman Tazeoğlu

Yol ; Kimin İçin ? Ne Pahasına !!


Memleketin her yanı yol. Biraz İstanbul’dan çıkıp da gezinmeye başladığınızda görüyorsunuz. Neredeyse her bölgede yol genişletme çalışmaları var. Sahillere inen toprak yolların, bir kenarı uçurum, bir kenarı dağ olan tek şeritli yolların romantizmi yok artık. Her yere basıp gidebilelim diye duble yol yapılmış. Ne pahasına?

Babamın evi Yalova ile Bursa arasında. Eskiden Toskana’ya benzeyen kesintisiz, yeşil dağlar ve göl manzarasıyla şenlenen gözlerimiz artık İzmir-İstanbul otobanının bu manzaraya açtığı yaraları seyrediyor. Evin tam karşısında kestane ağaçlarıyla dolu bir tepe vardı birkaç sene önce. Toprak almak için önce ağaçları söktüler, sonra kayalar ortaya çıkana dek toprağı alıp götürdüler.

Kel, çorak, bin yıl geçse bile üzerinde ot bitmeyecek bir çirkinlik kaldı geride. Yetmedi. Sonra “Gerçekten çok çirkin oldu” diye düşünmüş olmalı birileri; bu sefer kamyon kamyon toprak taşıdılar geri.

 Ağaç sök, toprak al, yola taşı, sonra başka bir yerdeki ağaçları sök, toprak al, getir buraya döşe... Eskiden İstanbul’dan İzmir’e giden feribotlar vardı mesela. Akşam binerdik arabayla, sabah olunca inerdik İzmir’de. Bir gecelik vapur sefası da cabası. Bunu ortadan kaldırıp araya otoyol yapmak neden? Kimin iyiliği için?

 Karadeniz yaylalarını birbirine bağlamayı hedefleyen “Yeşil Yol”... Bölgenin kendine özgü ekosistemine ciddi bir tehdit! Senelerdir su kaynaklarını HES’lere kurban veren, kültürü o suya göbekten bağlı yöre insanının istememesine rağmen.

 Peki, kimin için? 90 yaşındaki ninelerin rahatı için değil belli ki; yine hafriyatı, yine inşaatı canlı tutmaktan başka bir sebep görünmüyor bu ısrarda. Diyecekler ki: “Kalkınmak için!” Ne pahasına?

 “Cenazemiz buradan kalkar, dozer ancak buradan geçer. Her şeyimiz elimizden alındı, doğada sığınacak yer kalmadı”, “İsterse beni hapse atsın, ama bu vatanımın toprağı için, ağacı için, yeşilliği için, torunlarımın geleceği için direneceğim. Biz 6 ay buradayız, benim çoluğum çocuğum hayvancılık yapıyor burada. Biz vatanımıza sahip çıkmayacak mıyız?” diyen kadınları dinlememek neden?

 Dünyanın en pahalı benzinini kullanan bir halkın elinde kalan bir avuç doğayı katletmek, çevresine hayatını kurduğu, kültürünü ördüğü suları kurutmak pahasına yapılan yollar kimin için? Kimin iyiliği için?

 Uçakla biraz havalanıp İstanbul’un üzerinden geçerken şöyle bir bakın; işte orada... İstanbul’un yeşil kalmış yegâne bölgesini bıçak gibi yaran, kelleştiren 3. köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu... Kuşların göç yoluymuş, şehrin kalan son oksijen kaynaklarıymış filan önemsiz. Neden? Mevcut iki köprü İstanbul’un çılgın trafiğini kaldıramıyor ondan.

 İstanbul’da trafik neden bu kadar çok? Bütün ülkeyi aynı şehre doldurma politikası yüzünden olabilir. Bu neden? Bütün ülke aynı şehirde oturursa eğer o şehirdeki bir dairenin değeri, hakiki ederinin 10 katına çıkabilir ondan.

 Peki, bu kim için iyi? İnşaatı yaşatmak için. Hem yakında, yeni yapılan otoyolun sağında solunda yeni yeni Ümraniye’ler, Sultanbeyli’ler türer. Daha çok insan gelir şehre toprağını bırakıp; toprak para etmez, tarım desteklenmez ama inşaat öyle mi? İnşaatta işçi olmak yerine niye kendi toprağında çiftçi olasın ki hem.

 İnşaat neden önemli?
Orasını da siz bilin canım.


Damla ÇELİKTABAN ( Haber Türk )

14 Temmuz 2015 Salı

Gençliğim . . .



KIRLARDA  RENGARENK  BİNBİR  KELEBEK
SESLENSEN      SESİNE      BİRİ     GELİRMİ
GENÇLİĞİN    ELİNDE   SOLAN   BİR   ÇİÇEK
BU   GÜNLER   BİR   DAHA   GERİ   GELİRMİ

KOŞMACA   ÇIKTIĞIN    ŞU    MERDİVENLER
 GÜN    GELİP   AŞILMAZ   DAĞ  OLACAKLAR
TAŞI     SIKSA     SUYU      ÇIKARAN   ELLER
GÜN  GELİP  BASTONU  ZOR  TUTACAKLAR


GENÇLİĞİM  GİTME  DUR  NE  OLURSUN  KAL
DESENDE   BİTECEK   BİR   GÜN  BU  MASAL
NE   BAŞTA   SAÇ  KALIR   NE  SİYAH   SAKAL
BU    GÜNLER   BİR    DAHA    GERİ   GELİRMİ
  
                                                       Güney  KODAK